13 Mart 2009 Cuma

Ekolojik Tarım Neden Türkiye ve Türk İnsanın Hayat Sigortasıdır?

(1)Yeni bir ulusal politika: Ekolojik tarım

Avrupa Birliği (AB) üyeliğine hazırlık çalışmaları arasında Türkiye’nin en çok başını ağrıtacak konu şüphesiz ki tarım olacak. Ekonomik, sosyal ve siyasî anlamda tarım dev bir sorun olarak önümüzde duruyor. AB’nin ve gelişmiş dünyanın tarım verileriyle bizimkiler arasında uçurumlar var.
AB’nin adı üstünde Ortak Tarım Politikası’na (OTP) uyum için büyük değişim ve fedakârlıklar gerekecek. Ancak, OTP uyumu için prodüktivist bir yaklaşımla konvansiyonel tarım zemininde gerçekleştirilecek bir dönüşüm ülkenin bekâsı açısından muazzam risk taşımakta. Aslında durumumuz böylesine riskli bir dönüşümü gerektirecek kadar kötü değil; zira Türkiye’nin kayda değer bir ekolojik tarım potansiyeli mevcut. Ekolojik tarım insanın ve doğanın kazançlı çıktığı bir tarım ve yaşama biçimi. Gıdada kendine yeten Türkiye’de verimliliği artırmak amacıyla küçük tarım işletmelerinin ortadan kalkmasını, üretimin mekanize olmasını ve konvansiyonel tarımda yoğunlaşılmasını önerenler bu dönüşüm sonucunda üretilecek sebze ve meyvenin kime satılacağını düşünmez; atıl olacak, milyonlarla telaffuz edilen vasıfsız işgücünün ne olacağını ise hiç hesaba katmaz. Sanayi işçisi olmaları, onları istihdam edecek artık öyle bir sanayii kalmadığından mümkün görünmeyen ve tek çareleri göç etmek olan bu insan yığınlarının kentlerde nasıl lümpenleştiğini bugünden görüyoruz. Bu kâbus senaryosuna karşılık ekolojik tarım ve kırsal kalkınma Türkiye’nin tek çıkış yolu konumunda. İlgi ve dikkat isteyen, emek-yoğun bir tarım biçimi olan ekolojik tarımın artı değeri konvansiyonel tarımdan kıyaslanamayacak kadar yüksek; bu beslenme ve tüketim biçimine AB ve diğer gelişmiş ülke pazarlarından talep ise olağanüstü boyutlarda. Buna karşılık konvansiyonel ürünün hiçbir cazibesi yok. Varlıklı AB yurttaşı herkesin her yerde ve her serada üretebildiği saksı domatesi yemek, kokmayan çiçekleri vazosuna koymak istemiyor. Türkiye elindeki olanakları iyi değerlendirerek, tarım politikasını hızla o tarafa yönlendirmekte olan AB’nin ekolojik ürün ambarı haline gelebilir. Ekolojik tarım yaygınlaştıkça, çığ gibi büyüyen çevre sorunlarımıza da çare oluşturacak, yerli tüketicinin de vasıflı ürünle beslenmesini sağlayacaktır. Kısacası, ekolojik tarım Türkiye’nin öncü ve örnek ülke konumuna gelmesini sağlayabilecek bulunmaz bir fırsattır.
Yakın zamana kadar Avrupa’nın tarım politikaları İkinci Dünya Savaşı sonrasında tarumar olmuş Avrupa’nın beslenme konusunda kendi kendine yetmesi ilkesiyle belirlenmekteydi. Bu ilke kurucu antlaşma 1957 Roma Antlaşması’nda yer almış, akabinde temelleri 1958’de atılan, 1962’de hayata geçen ve Avrupa’nın ilk federal politikası olma özelliği taşıyan OTP’de tam ifadesini bulmuştur. Tamamen prodüktivist yani azamî verim üzerine bina edilen ve muazzam sübvansiyonlar nedeniyle Komisyon’un yıllık bütçesinin yıllarca yarısını tüketmiş olan bu politika zamanla AB’nin en fazla sorgulanan politikası haline gelmiştir. Tereyağı tepelerini, kilolitrelerce süt fazlalarını, denize boca edilen sebze ve meyve görüntülerini çoğumuz hatırlarız. OTP 1980’lerin başından itibaren kontrolden çıkmış, pahalı, Avrupalı üreticiye verdiği destekten ötürü gelişmekte olan ülke üreticisini iflasa mahkûm eden, tüketici sağlığı açısından şaibeli bir politika konumuna geldi. Buna koşut olarak varlıklı Avrupalı tüketici aldığı gıdanın sağlığına etkileri konusunda giderek bilinçlendi.

Avrupa Birliği’nde ekolojik tarım

AB işte böyle bir ortamda 24 Haziran 1991 tarihli ve 2092/91 sayılı ilk ekolojik tarım yönetmeliğini kabul etti. (AB dillerinde en çok ekolojik ve biyolojik terimleri ve sadece İngilizcede organik terimi kullanılıyor). Nitekim yönetmeliğin dibacesinde OTP’nin bundan böyle çevre ve kırsal alanların korunmasına, tüketici sağlığına ve ekolojik tarımda olduğu gibi toprağın aşırı kullanımının önünü alacak yeni üretim metotlarına yönelmesi gerektiği belirtilir. Kabulünün üzerinden geçen on dört yıl boyunca pek çok değişiklikle zenginleşen bu yönetmelik AB’nin tarımsal ürünlerin ekolojik üretimleri konusunda en mütekamil hukukî aracıdır. Gerek AB ülkeleri içinde yapılan ekolojik tarım ve hayvancılığın gerekse üçüncü ülkelerden ithal edilebilecek ekolojik ürünlerin tarifleri bu yönetmelikle yapılır. Üretim, sertifika, kontrol ve reklam kaideleri en ince detaylara kadar bu metinde belirtilir, tüketici sağlığı açısından çiftlikten çatala gelene kadar tüm ekolojik gıdalar ve diğer tarımsal kaynaklı tüketim maddelerinin izi bu metinle kayıt altına alınır. Ekolojik Çiftçilik Bilgi Sistemi (OFIS) adlı veri tabanı tüm bu bilgileri içerir.
Yönetmeliğin kapsamı konusunda örnek vermek gerekirse: Üzerlerinde daha önce konvansiyonel tarım yapılmış arazilerin ve burada üretilecek olan ürünlerin ekolojik olarak sertifikalandırılması için, yetkili kontrol kuruluşunun belirlediği, genelde üç yıllık süre boyunca yine bu kuruluş tarafından kontrol edilmek üzere, ekolojik uygulamalara tabi olmaları; ekolojik arıcılıkta kovanların etrafındaki en az üç kilometre yarıçapında alanın ekolojik tanımlara uyması koşulu; yukarıda bulunan ekolojik ürün logosunun satışta kullanılabilmesi için işlenmiş ürünün muhtevasında en az %95 oranında ekolojik madde bulunması; 1 Temmuz 2005 itibarıyla bio veya eko öntakılarıyla ekolojik ürün çağrıştıran ancak ekolojik olmayan tüm etiketlerin AB iç pazarında yasaklanması; özel izinle belli ürünlerde AB’nin bütününe ihracat yapmaya hak kazanmış altı ülke Arjantin, Avustralya, İsrail, İsviçre, Kosta Rika, Yeni Zelanda ve diğer taraftan Türkiye’nin de dahil olduğu altmış sekiz ülkenin belli ürünleri ikili çerçevede sadece belli AB üyelerine ve 31 Aralık 2005’e dek geçerli olmak üzere ihraç etme hakkı; AB ülkelerine ihracat yapmaya hak kazanmış üçüncü ülke üreticisinin ekolojik tarım konusunda Topluluk kaidelerinin tıpkısını garanti etmesi koşulu gibi...
AB aynı zamanda ekolojik üretim konusunda temel oluşturan iki uluslararası metne de referansta bulunur. Bunlar, Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ile birlikte hazırladığı Gıda Kodeksi (Codex Alimentarius) ve (IFOAM) Uluslararası Ekolojik Tarım Hareketleri Federasyonu’nun belirlediği ekolojik tarım temel standartlarıdır.
2092/91 sayılı yönetmelik sonrasında AB ülkelerinde ekolojik tarım ve ekolojik ürün tüketimi konularında kayda değer bir gelişme kaydedilmiştir. Ekolojik tarım yapılan ve ekolojik tarıma hazırlık için geçiş dönemine girmiş olan arazi yüzölçümü 1991’den bu yana on kat artmış ve bugün AB (2003 sonu itibarıyla) 5,5 milyon hektar ve 143.000 işletmeyle Avustralya ve Latin Amerika’dan sonra dünyada en fazla ekolojik tarım yapılan bölge olmuştur. Bu veriler her ne kadar AB tarımsal alanının %3,3’üne ve tarım işletmelerinin %3,2’sine tekabül ediyorsa da Akdenizli üç AB üyesi ülke Fransa, İspanya ve İtalya’nın Birlik’teki ekolojik tarım faaliyetinde başı çekmesi önemlidir. (Bu veri ışığında Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın deneyimlerinden yararlanmayı düşündüğü Polonya eski Tarım Bakan yardımcısı Jerzy Plewa’dan ziyade iklimleri benzer olan Akdenizli üye ülkeler uzmanlarının Türkiye’ye daha uygun olduklarını hatırlatmakta yarar var. Diğer taraftan AB’nin tarım politikaları ve hazırlık dönemi konularında Bulgaristan Tarım Bakanı Mehmet Dikme ve çalışma arkadaşları Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ile herhalde çok faydalı bilgileri paylaşabilecek konumdadırlar). AB’de ekolojik tarımın %83’ünü tahıl ve yağlı tohumlar oluşturmaktadır. Ekolojik hayvancılıkta ise gerek süt gerekse besi hayvanlarının toplam hayvan sayısına oranı sadece %1’den biraz fazladır.

(2)Ekolojik tarım Türkiye’nin hayat sigortası

Ekolojik ürünler pazarında yıllık 25 milyar dolar civarındaki pazarın yarısı AB’de. Ürünler yakın zamana kadar ekolojik ürün satılan pazarlarda ve özel ihtisas dükkanlarında satılıyorken artık süper marketlerde bulunuyor ve konvansiyonel gıdadan nispeten daha pahalı olmaları bu pazarın hızla büyümesini engelleyecek gibi gözükmüyor.
Uzmanlar AB’de üretilen ekolojik üründe en pahalı girdinin işleme ve dağıtımdaki el emeği olduğunu belirtiyor.
Bugüne gelindiğinde 18 Ekim 2004’te kabul edilen Ekolojik Beslenme ve Tarımda Avrupa Eylem Planı (EAPOFF) ve 1 Ocak 2005’te yürürlüğe girmiş bulunan OTP reformu ile birlikte ekolojik tarım artık AB’nin tarım gündeminin en tepesinde yer alıyor.
1 Ocak 2005’te yürürlüğe giren ve AB’nin tarım sübvansiyonları politikasını baştan aşağı değiştiren en son OTP reformu çerçevesinde İşletmeye Tek Ödeme (Single Farm Payment) adı altında ne ürün ne de üreticiye dönük ve sadece ekoşartlılık (eco-conditionnality) ilkesiyle belirlenecek olan yeni destek politikası çok anlamlı. Ekoşartlılık çevre koruması, gıda güvenliği, hayvan ve bitki sağlığı, ekilebilir alanların çevre ve tarımsal anlamda sağlıklı muhafaza edilmesi temelinde şekilleniyor. OTP reformu ayrıca çevre koruması, hayvan ve bitki sağlığına dönük kırsal kalkınma politikasını öne çıkarıyor.

Ekolojik ürünler Avrupalının gözbebeği!

Avrupa Eylem Planı ise, Komisyon başkanlığında ve bütün üye ülkelerden oluşan Ekolojik Tarım Daimî Komitesi’nin yönetiminde bu yıldan itibaren uygulanmaya başlanacak. 2002 sonundan bu yana yapılan hazırlıklar 2004 başında Brüksel’de toplanan ve üye ülkeler, aday ülkeler, uzman gazeteciler ve yüzden fazla uzman kuruluşun katıldığı bir konsültasyonla somutluk kazanmış ve adı geçen Eylem Planı ortaya çıkmıştır. 21 eylem etrafında şekillenen planla AB ekolojik tarımı, OTP’nin temel ilkeleri olan çevresel bütünleşme ve sürdürülebilir kalkınma için çok önemli bir araç olarak tanımlar. Öngörülen eylemler dört ana hedefe yöneliktir: Tüketiciyi bilgilendirmek ve bilinçlendirmek; Federal (OTP) ve ulusal destek politikalarının etkinliğini artırmak; Ekolojik tarım konusunda araştırma/geliştirme çalışmalarına hız vermek; Üretim normlarını, ithalat koşullarını ve teftiş koşullarını güçlendirmek.
AB’nin ekolojik tarıma malî desteklerine gelince: OTP’nin 2000-2006 döneminde, 2078/92 sayılı Tarımsal Çevre ve 1257/99 sayılı Kırsal Kalkınma Yönetmelikleri uyarınca Komisyon ve ulusal bütçelerden ekolojik tarım tekniklerine geçen ve sunî gübre ve sunî koruma miktarlarını ciddî boyutlarda düşüren AB çiftçisine yılda 3,7 milyar Euro destek öngörülüyor. Bu rakam her ne kadar yıllık 40,5 milyar Euro’luk OTP bütçesinin %10’undan azsa da geçen bir önceki döneme oranla %68’lik bir artış ifade ediyor. Komisyon’un hektar başına verdiği yıllık desteğin üst sınırları, yıllık rekoltede 600 Euro, daimî üründe 900 Euro, terk edilmiş toprağı kazanma amaçlı girişimlerde 300 Euro, ekolojik tarım için geçiş dönemindeki toprakta 725 Euro, tehlike altında ve genetik bozulmaya yüz tutmuş bitkilerin ıslahı için 300 Euro olarak belirlenmiş. Bugün bu desteklerden AB toplam tarım toprağının %25’i yararlanır hale gelmiş, Avusturya, Finlandiya ve bazı Alman eyaletlerinde ise bu oran %70’i aşmıştır. Ekolojik tarım yapan AB çiftçisinin tamamına yakını desteklerden yararlanıyor.
Sonuç itibarıyla bugün her gıdanın ekolojik olanını süpermarkette bulmak mümkün olan ve çığ gibi büyüyen ekolojik ürün pazarının üreticiye en önemli desteği verdiği AB’de ekolojik tarım, daha birkaç yıl öncesine kadar belli bir tüketici sınıfına hitap ederken artık Avrupalı sıradan tüketicinin günlük yaşamına girmiş ve AB’nin tarım politikasının ve genelde sağlıklı yaşam felsefesinin temel dayanağı haline gelmektedir.
Ülkemiz, elindeki insan gücü, toprak kalitesi, 11 binden fazla türle son derece zengin biyolojik çeşitliliği, iklimi ve daha kaybolmamış asırlardır süregelen bilgi birikimine rağmen ekolojik tarım dünyasında son derece zayıf bir konumdadır. Buna karşılık elimizdeki olanaklar ve önümüzdeki AB hazırlık dönemi bu konumdan hızla kurtulmamızı sağlayabilecek dinamiklerdir.
1985 yılında sadece sekiz üründe yapılan organik tarım bugün yüz yetmiş dokuz üründe, 13 bin üretici tarafından, 100 bin hektar alanda ve yıllık 300 bin ton kadar yapılıyorsa da ekolojik tarım toplam tarım üretiminin binde biri seviyesinde seyrediyor. Ancak burada ekolojik olup olmadığı kayıt altına alınmamış geleneksel üretimi de dahil edersek Türkiye’de konvansiyonel olmayan üretimin % 30’lara varabileceği söyleniyor. Tescilli ekolojik üretimin neredeyse tamamı AB’ye ihraç ediliyor; ancak ülkenin bundan kazancı devede kulak. 25 milyar dolarlık pazarda Türkiye’nin payı 37 milyon dolarla sadece % 1,5. İçpazarın durumu ise çok daha zayıf: Ekolojik ürünlerin yıllık içpazar payı sadece 3 milyon dolar civarında.
Ekim 2004’te yayımlanan kapsamlı OECD Türkiye Raporu’nda kırsal kalkınmanın ve adını vermeden ekolojik tarımın önemine işaret eden şu paragraf özellikle dikkat çekici: “İşgücünün % 30’dan fazlası tarım sektöründe istihdam edilmesine rağmen, bu sektör Türkiye’nin gayri safi yurtiçi hasılasına (GSYH) yalnızca % 12 oranında katkıda bulunmakta, bu da bu sektördeki düşük verimliliğin bir göstergesidir. Düşük okuma-yazma oranına sahip pek çok çiftçi, modern tarımsal bilgi ve teknolojiye ancak sınırlı şekilde erişebilmekte ve daha çok geleneksel üretim yöntemlerini kullanmaktadır. Türkiye, meyve ve sebze gibi yüksek katma değerli, emek-yoğun ürünlerin üretimini artırmak için çok uygun doğal koşullara sahip olup, özellikle dış piyasalara, hele bu pazarlar daha da açıldığında bu ürünlerin ihracatını artırabilir. Ancak bu potansiyelin gerçekleşebilmesi ve üreticilerin, uygun üretim tekniklerine, yeni çiftçilik teknolojilerine ve piyasa koşullarına dayanan bir ortamda desteklenebilmesi için tarım sektöründeki danışma ve eğitim hizmetlerinin iyileştirilmesi önemli bir unsurdur. Alternatif istihdam ve gelir kaynağı olarak, çiftçilik dışı kırsal faaliyetler de teşvik edilmelidir.”

Ekolojik tarım Türkiye’yi abad eder; çünkü...

Ekolojik tarım denince, akla gelen sayısız avantaj arasında ülkemizi çok yakından ilgilendiren bir nokta, kuşkusuz bu tarım biçiminin emek-yoğun olmasıdır. Yapılan bilimsel çalışmalar üretimin her aşamasında insan emeğinin ne denli gerekli olduğunu bize açıkça gösteriyor. Ekolojik tarım konvansiyonel tarımdan 1,8 oranında fazla işçi çalıştırıyor. (bkz. S. Padel & N.Lampkin (eds.) Economics of Organic Farming: An international perspective, CAB International, Wallingford, 1994- Ekolojik Tarım Ekonomisi: Uluslararası bir perspektif) Ayrıca BM’nin Uluslararası Tarımsal Kalkınma Fonu (IFAD) verileri bu tarım biçiminin küçük üreticilerin hayat standartlarını yükseltmek ve aynı zamanda çevreyi ve tüketiciyi korumak için ne denli uygun olduğunu gösterir. Çarpıcı bir örnek için: The Adoption of Organic Agriculture Among Small Farmers in Latin America and the Caribbean - Latin Amerika ve Karaipli Küçük Çiftçilerin Ekolojik Tarım Seçimleri, www.ifad.org içinde. Ekolojik tarımın unutmamamız gereken en önemli getirilerinden birisi de artık bilime dahi başvurmadan günlük hayatta farkına vardığımız iklim değişikliği, doğal alanların, hayvan ve bitki türlerinin hızla yok olmaları, hava, su, toprak kirlenmesi gibi birincil çevre sorunları için benzersiz bir çözüm sunmasıdır. Dünyada çevre koruma anlayışı, özellikle 1992’de Rio’da ve 2002 yılında Johannesburg’da yapılan uluslararası sürdürülebilir kalkınma zirvelerinden bu yana geçen dönemde büyük bir değişikliğe uğradı. Artık “tehditlere karşı savaş”, “türleri koruma”, “alan koruma” gibi eskiden yaygın olarak kabul gören kavramlar yerlerini “doğa ile uyumlu üretim ve tüketim kalıpları”, “sürdürülebilir kaynak kullanımı” gibi daha gerçekçi ve insan öğesini içine katan anlayışa bırakıyor. Dünyada ve ülkemizde artık uluslararası finans kuruluşları ve şirketlerin sosyal sorumluluk programları bu tarz yaklaşımları desteklemeyi tercih ediyor, bu projelerden somut sonuçlar bekliyor.
Ekolojik tarıma sadece bir tarım tekniği olarak değil, sağlık ve yaşam reçetesi olarak da bakmak gerekir. Günümüzde şirketlerde, ulusal ve uluslararası düzeyde gündeme gelen sosyal sorumluluk olgusunun bireysel düzeye indirilebilmesi, kişilerde farklılıklara karşı hoşgörü, farkındalık ve sorumluluk yaratılabilmesi ciddî bir bilinçlenmeyi gerektiriyor. Bunun için de toplumsal araçlara ihtiyaç var. İnsanların birbirleriyle ve doğayla yeniden şuurlu bir iletişim, etkileşim kurabilmesi için bunun güncel pratik adımlarının tanımlanması gerekir. İşte bu noktada kendi çocuğuna yedirmediği sebzeyi başkalarının yemesi için yetiştirip bundan para kazanmaya çalışan çiftçimiz ve tükettiği ürünün nereden geldiğini bilmeyen, faydasını-zararını ölçemeyen halkımız için ekolojik tarım yepyeni bir köprü niteliğindedir.

(*) Dr. Aktar, Bahçeşehir ve Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi; Victor Ananias, Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı

Türk Organik Ürünlerinde Bulunması Gereken Logo

Yönetmeliğe göre organik tarımsal ürün veya organik tarımsal madde üreten ve pazara sunanlar; ambalajlarında aşağıdaki logo örneklerini kullanmak zorundadırlar. Bu logoları üzerinde bulundurmayan ürünler organik (ekolojik veya biyolojik ) olarak iç ve dış pazarlara sunulamaz, reklam ve tanıtım yapılamaz ve bu kelimeler veya kısaltmalarıyla patent için başvuramazlar.Bu logoların bulunduğu etiketleri, Bakanlık kendi basar veya bastırır. Etiketi kullandırma yetkisi Bakanlık yetkili organı Organik Tarım Komitesine aittir. Bu logo, bu Yönetmelik hükümlerine göre üretimi yapılmış ham madde, yarı mamul veya mamul tarımsal organik üretim maddelerine, Bakanlığın yetki verdiği Kontrol / Sertifika Kuruluşlarınca (müteşebbislere) verilir Üretimin niteliği, ebadı ve ambalajın türüne göre aşağıda verilen logo örneklerinden biri kullanılır. Logoların çapı, 20 mm den küçük 40 mm den büyük olamaz. Verilen renkler dışındaki renkler ve tonlar kullanılamaz.

Tarımda Eskiye Dönüş: Ekolojik Tarım

Ekolojik tarım, tarımda eskiye dönüştür. Bu gün orta yaşlarında olan;babadan atadan çiftçiler,günümüzde yeni bir şeymiş gibi önümüze konan bu yöntemin zaten iyi bildiğimiz,çocukluk ve gençlik yıllarımızda içinde yaşayıp büyüdüğümüz,ama zaman içinde kolay ve çok kazanmak uğruna terk edip unuttuğumuz yöntem olduğunu göreceklerdir. Bu günkü farkı daha bilimsel,yani kara düzen değil de profesyonel bir yaklaşımla bilgiye,kayıt tutmaya,teknolojiden doğru biçimde yararlanarak topraklarımızı,üretimimizi ve kazancımızı yönetmek gerektiğini gösteriyor.

Her ne kadar teknolojiden her yönüyle faydalanılsa da, ekolojik tarımın felsefesi teknolojik bir felsefe değildir.Ekolojik tarım felsefesi,’ Acil bir sonuca en ucuz, en çabuk ve en kolay yoldan nasıl ulaşabilirim?’ sorusuyla ilgilenmez. Ekolojik tarım daha çok dünyamızla olan ilişkimizdeki problemlere karmaşık ve radikal bir tavırdır. Onu ilgilendiren sorular, dünyanın bize ne verdiği ve bu ihtiyaçlarımıza karşılık bizim ona ne borçlu olduğumuz gibi daha uzun vadeli sorulardır.